Uçarken Emeklemek

 

    O kadar çok anlatmak istediğim şeyler oluyor ki bazen kulak eksikliğinden, bazen sınırın ötesinde bir insan hakkı olmasından, bazen de anlattığın andaki hâlinin kişiliğin sanılmasından susuyorum.

    Efendim şöyle açayım: Birine kızgınlığını anlatıyorsun sinirli, kırgınlığı anlatıyorsun hassas, neşeni anlatıyorsun gamsız gibi seni o duyguda bırakanlar olabiliyor. İnsanların ne dediği önemli mi? Sevdiklerinin evet. Eeee sevdiğin de sevdiğini(seni) bilmez mi? Sevmek ve derinlik farklıdır. İnsan hayat telaşında kişileri hissetmek yerine yollarını ezberler. Ona dair bir adres oluşturur. Ona farklı yollardan varmayı denemez. Denese ne güzel ama bu taş, takılmaya değmez. O yüzden yolumuza bakalım.

    Rüzgar çıkarsa bir şala sığınmak yerine rüzgara kapılmak, güneş çıkarsa su içmek yerine erimek, düşersek kalkmak yerine bir miktar uzanmak derdimiz. Yaşam, o kapının ardında ne var heyecanıyla bizim vurmamızı beklemeden kendine vuruyor. Ben duymak istiyor da olabilirim. Bu umudun ninnisi de olabilir. Hâsılı bu kadar yorumlanacak mevhumlara gebe bir gün, içimde bir fikri doğuruyor: yazmak.

    Kapı açıldı, ev yedi odalı. Derleyip toplayıp bahçeye bırakacağım. Bahçemin önünden geçenler gül koklasın, dikeni batan değil koruyan bilsin. Kuşlara davet var, kargocu geçmez. Son postacı emekli olmadı, bana çalışır. Gönderen: Kuyudaki Ay.

    Geçenlerde şunu düşündüm. İnsanlara onların alanlarında bilgi verdiğinde eğer bilmiyorlarsa saldırgan bir tavır içine girebiliyorlar. Senin sorarken eksilttiğini söylemek gibi… Hep böyle midir? Ben hep bu fikirde mi olurum? Hayır tabii ki. Şimdi buradayım, yürüyen birazdan ilerler. Bu onun ikircikli olması demek değildir ama şimdilik bu fikrin durağındayım. Bir başka fikrin otobüsü gelip beni alırsa ne âlâ!  İnsanların büyüyüşünü izlemeyi seviyorum. Bocalarken bollaştığını görmek ne verimli bir göz nimeti. Elbette eksiğiz, öğrendikçe eksiliyoruz. Çünkü insan öğrendikçe çevresini değiştirir. Bilmezlerin arasından, bilmeyen olduğu bir yere geçer.

    Ben yine aynı geçenlerde başka bir şey düşündüm. İnsanlar, mutluluklarını çalınan bir şey olduklarını düşündükleri için mi anlatmaz yoksa insan gülerken konuşamadığı için fizyolojik bir nedene mi bağlamak lazım? Peki ben niye mutluluğu bir ekmek gibi bölüşüyorum? Benim ekmeğim sadece beni mi doyurur, sizde bu ekmekten üretilmiyor diye aç mı kalırsınız? Ben gülerken neden konuşuyorum anlatacağım diye? Bence bendeki taşmak. Elimde değil, kabım dolunca sızıyor. Eeee ben kabım dolunca değil de dolarken niye haber veriyorum? İnsanlara umut dağıtmak mı? Belki biri uçurum kenarındaymış gibi telaşla, yazıyor yazıyor diyen çocuğun heyecanıyla kaderimin gazetesini sokak sokak dağıtıyorum. Bu da benim…

    Burada kesmezsem katılaşacak gibi ama iyi geldi.  Yazmak özgürlük, özgürlük uçmak. Uçmanın emeklemesi olur mu bilmiyorum, ne diyelim? İlk çırpınış.

Yorumlar

Popüler Yayınlar