BÜYÜMEMİŞ YANGIN VAR!
Bugün bir şeyler yazmak istedim ama paylaşmayacağım. Allah'ın yaratıp da yollar yapmadığı yerler gibi olacak muhtemelen. Duracak ama okunmayacak. O kudreti için mekanları yukarıdan izlerken ben güçsüzlüğüm için ara ara okuyacağım. İçimde büyük bir yangından ziyade küçük küçük ayrı yangınlar var. Biri olsaydı başında durur söndürürdüm. Böyle ayrı yerlerdeyken yetişemiyorum. Feryat figan olmadığı için de acele ettirmiyor.
Dün çok üzüldüğüm için sol kolum ağrıdı. Sizin üzülünce nereniz ağrır? Nefes alıp alıp vermeyi unuttum. Çok düşünmek, bu işler nasıl olacak demek " her şeyin olacağına varması" mevzusunu gücendiriyor. O yüzden aklıma geldikçe düşünmeyi bırakıyorum. Herkesin gül tarlası olduğu yaşlarda benim hârdan ovalarımda ne yetişti biraz anlatayım. Dün bir yakınım için özel bir gündü. Ayrılmasalardı beşinci yılları dolacaktı. Gözümü ilk açtığımda bu geldi aklıma. Beş yıl öncesine gittim, bir masada onları izlerken ısınıyordum. Şimdi güneşli günlerde, aklımın içinde başka bir mevsim var, masada tekim. Herkes sever, ayrılır. Bu basit dengede, ikili bir düzenek varsa sorun yok. Zaman geçtikçe köprünün ayaklarına sular hep başka serinlik bırakıyor. Ama düzenekte üçüncü biri varsa denge şaşıyor. Onu kimin tarafına koysan terazi şikayet ediyor. Çocuklar dostlar, çocuklar... Ayrılan taraflarla ortadan ikiye ayrılıyor. Bir çocuğun, anne babayı sadece peş peşe söylenen iki kavram olarak bilmesi nasıl yakmasın? Tek bir yöne bakarak gününü anlatması, kolay anlatılır mı? Diyeceksiniz ki kavgalı bir ortamda mı büyüsün? Haklı olduğunuz için susacağım. Bu dünyanın insanları, sevmeye sebep bulurken sepetini ne büyük seçiyor. Dolmuyor, delikli bir de. Kinin torbası öyle mi ? Leyladan kara, Mecnun'dan daha çöl. İnsan, üç günlük dünyada üç kurşunla doğuyor. Her gününü öldürüyor. Günleri bitince de kendini. Bu nefretin pazarında mezarlar satılıyor. Kimsenin onarmaya tahammülü yok. Bir gönüller çarşısına baktım ki alıcısı yok.
O duyguyu bırakıp Leyla'nın Kardeşleri filmini izledim. Orası da başka bir gerçek. Filmin ilk dakikalarında bebeğin erkek beklenmesi sahnesi vardı. Halbuki film boyunca Leyla'nın nasıl da erkek kardeşlerinden daha cesur, daha akıllı, önünü görebilen olduğunu görüyoruz. Filmde ise bebeğin önünü görüp durumuna göre seviniliyor. Düşüncelerin, duyguların pembesi mavisi var mı? Peki fakirlik mi kaderdir yoksa korkaklık mı? İnsan kendine bir yuvarlak çizip dışarısını uçurum sandıkça ne kadar yaşadım diyebilir? İnsan mutlu olunca ne yapacağını bilemeyeceği için mi tanıdık bir mutsuzluğu tercih eder? Bize ne düşüneceğimiz öğretilip nasıl düşüneceğimiz öğretilmedi mi? Birçok soru vurdu kapıya. Kapıya kim baksın? Leyla... Bir yerde babaya üzüldüm sadece. Saygınlık ve değer beklentisi. İnsan var olduğunu bir sandalye gösterilince mi hisseder? Öbür türlü ayakta mı kalır bu yolculukta? Bu oda çok kalabalıktı, çıktım. Diğer odama geçtim. Orada bir sürü telefon var. Aradığım ama aramayan telefonlar. İnsan bunca koşturduğu insanların sokağında nasıl yalın ayak kalıyor? Orayı da çabuk geçebiliyorum neyse ki. Sonra diğer odadan sesleniyorlar. Bakıyorum benle aynı yaradan birileri. Hayatında her şeyi yolunda giden insanın sizinle aynı taş yarasına sahip olduğundaki o yakınlaşma neden? Biz yalnız kalmadığımız için mi başkalarıyla aynı derdi paylaşmayı seviyoruz? Ben bu derdi ve çıkışını biliyorum sana da anlatayım sevinci mi? Kalabalık olunca acı elden ele dolaşıp soğuyor mu? Bilinmez ama bendeki yazınca soğuyor. Parmaklarım, kalabalığım gibi beni yalnız bırakmıyor. Siz mi? Başta da dediğim gibi bu kez size anlatmadım. Bir gün buralara uğrarsanız ben de gitmediysem kapıyı çalmadan girin. Ben de size gitmeyi hatırlatmayan bir yüz sofrası kurayım.
Yorumlar
Yorum Gönder