TAŞ GİBİ OLANI SEVMEK DEĞİL, SEVMEZSEK TAŞA DÖNMEK!
Bugün Aşıklardan Veysel'in sevdasına değindik derste. Aslında tüm mevzu hayat hikâyesini konuşmaktı. Lakin bizim aşık, gözleri görmediği halde Gülizar'ıyla yedi çocuğu iki kapılı hanına alınca, birbirlerini çok sevdiler denince başladı tartışma. İnsan görmediği birini sevebilir miymiş, gözlerini açtığında karşısında gördüğü, aklında kurduğu kişiyi elinde baltayla bekliyorsaymış. Dış olmadan insanın ruhunu sevmeye bir yangın çıkartılırmış. Meğer insan görmeyince kalbine kandan başka bir şey uğramazmış. Bir de dış görünüş, dikkatini çekmediğinde için güzelliği pek mühim değilmiş. Burada ben de onların yanına geçtim. Ama ben merakın yanına geçtim, güzelin/yakışıklılığın değil. Onu dediklerinde yine karşı karşıyaydık. Bu yaşlarda böyle düşünmeleri çok taze dünya hâlleri, belki de ömürlerince böyle düşünecekler, hiç bilemeceğiz. Belki de hayat onları haklı çıkartacak.
Hâlbuki biz nice kaşı gözü güzel olanların kaş göz yara yara, yaralaya yaralaya gittiğini dinledik. Nasıl da boyu posunu bak bak bitiremediklerimiz, boyu posu devrilsin diye bir yerde ağırlandı. O gülüşü güzellerin ağlatmaları, kendilerini fark edilebilir kılmak mıydı? Saçlarına yıldız taktıklarımız vardı, gecelerinizden çaldıklarını öğrendiğinizde kaçıncı sabahın kapısını açmıştınız? Dünya güzeli bir arkadaşım vardı, bana iyi gelmediğinde demiştim ki: Ah kim bilir kimler güzelliğine vurulup kan geldiğini çok sonra fark edecek? Tabii ki herkes güzeli bulsun, gönlünün ayarladığı saati işlesin. Tabii ki tüm güzeller ve yakışıklılar iç olarak kötü değil. Hatta bunu başka şekilde savunacağım. Ben insanı sevdikçe eğriyse burnunun düzeldiğini, dişlerinin çarpıklığının üst baş düzelte düzelte yerine geçtiğini savunacağım. Hatta onların dünyalarını, bakış açılarını gördükçe kendiliğinden olduğunu, bunun sizin cimri sevdalarınızdan öte olduğunu savunacağım.
Bugün sevgi üzerine o kadar konuşuldu ki öğretmen arkadaşlarla evlat ve yeğen sevgisinin büyüklüğünü çarşaf böreği gibi çekiştirdik. Tarifini vermek isterdik ama tarifi imkansız deyip geçtik. Sonra ben komşu çocuklarını da kan bağı olmasa da seviyorum dedim. Sonra arkadaş da her çocuk tatlı olmuyor dedi, ona da katılıyorum dedim. Sonra öyle çocuklarla karşılaştığımda ne yaptığımı hatırladım. Diğer çocuklara yetişsinler diye başkalarının yerine de sevdiğim zamanlar geldi aklıma. Derste öğretmenimiz başka sınıftan sevmek için sarışın mavi gözlü o öğrenciyi getirdiğinde başka bir öğretmenim beni o öğrenciyle eşitlemek için sevseydi ben bu anda bekleme yapar mıydım? Şimdi de diyorum ki e herkes eşit mi sevilecek? Sonra içimdeki geniş masada bir başkası diyor ki çocukken evet. Büyüdü mü kendini sevip açığı kapatmayı öğreniyorsun, birileri seni sevmediğinde açık oluşmadığını da. Yarın da bunların hepsinin de yanlış olduğunu öğrenirim, hiç sorun değil. Sorun ne hanfendi o zaman? Soruların çocuğunun, sevmeyi öğrenmeden geçen yıllardan geleceği gerçeği.
Yorumlar
Yorum Gönder