NAZLISINI DÜŞÜNDÜ AKİF!
Bir millet için bayrak ve nazlısı dalgalanırken çıkardığı ses, marş ne ifade eder biraz konuşmak isterim. Bir milletinki anlatılabilir ama Türk’ün boğazı düğüm düğüm… O yüzden anlatabilirsek o gün düğün. Bizim bu başımızın dikliği, her marş okunurken göğe bakışımız, gözümüzün onu arayışı, ona dönerek dökülen her söz, o en üstte diye. Düşürmemek için nice kurşun yedik, düştük yere. Biraz toprağa değecek diye kaç yiğit bu dünyada sevdiğine değmeden gitti. Namerdin ayak izi üstünde gezinir diye kaç ayağı çarıksız can verdi. Kırmızısı solmasın diye kaç al yanaklı on beşli bir sonraki yaşını cennette karşıladı. Deseler bugün ay hilal çattı kaşlarını, sebep olanın evinde çatı kalır mı?
Gördüğümüz her yerde burnumuzun direğinin sızlaması neden, neden bu sevdanın aslı? Derdik ki bizim hiçbir şeyimiz yoktu, yokumuz çoktu. Türk’ün cebine uğranmazdı ama gönlünde bir ateş vardı. Yakabilseydi düşman mı kalırdı? Kendini yaktı, deliyi gördü Yunan’ı, İngiliz’i. Delirmek nedir bir vatan için her cephede, onu gördü. Türk’ün de bu dünyada başka milletlere gitmeyi öğretmesi yok muydu? Giderken ayağınızın altındaki vatan toprağının tozuysa diye bir sirkelemesi yok muydu? Her ihtimale karşı denize dökmesi, ah bu Türk’ün tek başını eğdiği zaman bayrağı yere düştüyse kaldırması yok muydu? Başka memleketlere giderken valizinden bir bayrak çıkarması, insan vatanından uzaktayken vatanını nasıl cebine koyardı? Ellerin illerinde dilden dile bizim bir marşı kükrer gibi okumamız, sevdanın çokluğuna dudaklarımızın dar kalması mıydı?
Her pazartesi okunması, gücümüzü ondan alışımız ve hâlâ aynıyız diye cumaları ispatlayışımız. Bizim şehit evlerimize, tabutlarımıza bayrak asmalarımız, bu evde bir yiğit vatan için vuruldu diye saymak mıydı? Bu tabutta yatan aslanı ecelden başka öldürecek yoktu da vatan için olunca… diye susmak mıydı? Ardından ağlanmaz, belki marşı okunurken kurursa yolu diye ıslatırdı gözyaşı. Bayrağımızın yanımıza indiği, yarıya çekildiği tek zamanlar, karalar bağladığımız anlardı. O da derdi ki belli ki başınız kara dumanlı, kaldıramayacağınız kadar düşüncelere daldı. Ben indim yanınızdayım, kaldırmakla yorulmayın. O günlerimizi hatırlayın, bize zincir vuracak çılgınlara kimin daha çılgın olduğunu hatırlattığımız zamanları. O zamanları bir olup bini yok eden , yası da yok eder, yaslan der gibi iner bayrağımız.
Sana bakıp bakıp bize dert olan bir şairi de uyutmadı. Duvarlarına, gecelerine, yeni bir ceket alamayışına kazındı. Sağına soluna, önüne ardına, yukarıdan aşağısına soğuk giren fakirliği, ruhundaki sıcaklıktan küçük kaldı. Bir marş yazmaya fiyat belirlediler, boğazından lokma geçmeyen, duyunca kabul ederdi. Sen Mehmet Akif olmayı bilseydin, o parayı boğazından geçirmezdin. Yedi yüz yirmi dört şiir elendi, seninki yedi yüz yirmi beş oldu. Seninki yedi düvele eş oldu. Bir daha bir daha okunsun diye doyamadığımız o marş, hâlâ kanamadığımız bir şerbet oldu. Böylesi de daha olmaz dendiğinde böylesi zaten olmasın diyen, Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın diye göğü delen bir dua oldu. Bizim bir marşımız, Mehmet Akif’in duvarlarında doğdu.
Türk öldü, Türk yeniden doğdu. Hepsi aynı destanla uyandırılıp büyütüldü. Dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana. Kov Türk danayı, yemesin kara vatanımızı. Uyan Türk uyan, bugün şairini an.
Yorumlar
Yorum Gönder