ÇILGIN BEDİŞ JENERİĞİYLE...


   Akşam kafam dağılsın diye bir diziye başladım. Aslında kafamız dağınıkken niye kafamız dağılsın isteriz? Burası da ayrı bir muamma da çıktığım kabuğu beğenmek için atalarıma laf atmayacağım. Çünkü derslerde onlardan çok bahsediyorum. Geçende kızlara Şeyh Edebali'nin nasihatlerine bakın deyip bir sözünü söyledim hatta. Neydi, heh:  " Sevildiğin yere çok gitme oğul." Başta aaaa neden hocam, dediler. Lafın devamı olan  "Bal olsan tadına doyarlar." aklıma gelmediği için bıkmaktan, özlenmekten, kıymetten bahsettim. Kış da öyle mesela. Bu sene sevildiği dünyaya çok geldi. Bir de meyvelere don vurdurdu. Kıymeti kalmadığı gibi bir de suçlanacak. Böyledir dostlar, konu kar değil biliyoruz artık. Çekilmemiz gereken yerde çekilmeyi bilmeliyiz. Bu kaybediş değildir, soğukluk da. Bazen geriye çekilip dengeye ve geniş tabloya bakmalıyız. Ben de bu aralar öyle yaptığım için dünkü dizi ile kafamı dağıtıyordum değil mi? Asıl mevzuya dönelim.  

Dizideki kızlardan birini kendime çok benzettim. Onun da bloğu var. Her ne yaşıyorsa bloğunda. Kendim için bir şey istiyorum, kızın hikâyesinde de var ve gerçekleşiyor. Bende gerçekleşmediği için düşünüyorum. Düşünürken elimden gelen acıyı çekmeye çalışıyorum. Bir şekilde bilmediğim bir bedeli ödeyerek arınıyorum. Sonra izledikçe fikirler, patlamış mısır gibi pat pat patlıyor, ben kapağı bulmaya çalıştıkça etrafa dağılıyor. Eeee az önce arınmıştık şimdi yağlı bir patlamış mısır tabağıyla izlemeye devam ediyorum. Kızın bir grubu var. Benim de vardı, hâlâ var. Ama bilirsiniz, bebeğin gaz sancısı mı senin ruh sancın mı öncelikli sorusunun cevabı bebektir çünkü bebek halledemez. Benim de pek hallettiğim söylenemez ama deniyoruz bir şeyler. Onlar dönene kadar denenen tutuyor. 

Bu aralar da kardan çok ders aldım. İnsan nerede neye maruz kalıyorsa ondan ders alıyormuş. Sorun bana, geçen sene kimdi hocan? Martılar...Çünkü Ereğli'de martı çoktur. Geceleri kargalara karşı yuvalarını korumak ve diğer martılarla yuva kurmak için acı, kıyamet bağırırlardı. Bazen senin kıyametini koparmasınlar diye acı, kıyamet bağırmak mı gerekir? Tarzım değildi, o yüzden çok da tınlamadım bu öğretiyi. Onlar da anlamış gibi ne zaman arabamı yıkasam hemen pislettiler. Başım dertteydi yani onlarla ama severdim. Burada da geceleri köpekler çok havlıyor. Boğazları acımıyor mu diye acayip merak ediyorum. Ben bir kere bağırsam iki hafta alfabeye uğrayamıyorum. Bağırmayıp içime atsam da anlatamadıklarım geçmeye çalıştıkça orayı acıtıyor. Ama anladım, anlatacaklarım küçük sinirli bir köpek gibi olunca artık ipinden çekiştirmiyorum. Böyle hep yanlış kişiyi ısırıyoruz, kusura bakmayın dostlar. Isırmak denince iç dünyamda oluyor her şey. Orada dikkat köpek var yazısına gerek yok, korkmayın. Artık ipinden tutup sinir küpü köpeğimi yürüyüşe çıkarıyorum yani buraya. Korgan'da yürüyüş yeri yok. Hatta yürümeyiş yolları mevcut.  Her yer kardan dolayı buz, buzdan dolayı tuz, tuzlandığından dolayı çukur ve sonuç buralarda dolanıyoruz. Bir de kitaplarda. Söylediğim kitaplar da geldi. Kredi kartım ve altının yükselişi belimi bükse de borç ödeme psikolojisine alıştım. Her ay şöyleyim: Aaaa o görünen düzlük mü ? Ovalara bayılırım ama hayat inişli çıkışlı. Hep inişli kısmındayım, çıkışı görmedim diyorum. Meğer orası çıkışmış, daha da inince anlıyorum. Ben de bu kez çocuklardan ders alıyorum. Trambolindeymişim gibi bir ayakta, bir yatarak,bir ayaklarımı açarak zıplıyorum. Çılgın Bediş jeneriğiyle hem de. Doksanların gözü yaşlı. Aklıma bir şey geldi, onu da anlatıp susuyorum. Geçende dersteyiz, kızlarla tiyatro yapıyoruz. Kızlar, kız rolünü oynayamadılar. Biraz Çılgın Bediş, Rozalinda izleselerdi böyle mi olurdu, dedim. Kimse beni anlamadı, siz anladınız değil mi? :)

Yorumlar

Popüler Yayınlar