DİNGİN VE ÇAĞSIZ
Az önce annem odama geldi, bir sıkıntısını anlattı. Ben daha bir şey demeden " Neyse olan oldu, buna canımı sıkmayayım." dedi ve gitti. Yanıma Sartre, Kierkegaard, Yunus Emre gelseydi daha iyi felsefe öğretemezdi. Sizi sizden daha iyi kimse teselli edemeyecek. Cevaba ihtiyacımız da yoktur, bazen anlatıp gideceğiz. Ben de öyle yapmak için yine ve bu kez daha yakın bir zamanda geldim.
Bayram da bitti. Geçen yazımda korkularımdan bahsetmiştim. Cevabını çok iyi bildiğim ama kesinlikle cevabın bende olmadığı ve cevabın değişmediği sorulardan ve eleştirilerden yorulduğumu anlatmıştım. Belki de bu kadar açık söylemedim. Tehlike geçince ve aslında tehlikeli olmadığını görünce insan ne rahat anlatıyor bazı şeyleri. Peki ne oldu? Zırh mı giydim, iyi akşamlar, teşekkürler arkadaşlar deyip arabama binip mi uzaklaştım? Hayır. Elleri öptüm, bu bana peygamber sünneti, kimselere vermedim. Sonra da bize müsaade deyip kalktım. Meğer o kurbağa deneyi gibi yavaş yavaş su ısınırken ölüneceğini fark edemiyormuşsun. Kendi suyunu ısındırmamak gerekiyormuş. Biz bir masalın içinde ya öpüleceğiz ya da gerçeğin içinde bir deneyde öleceğiz. C hiçbiri. Çünkü kurbağa, bir hazinenin başında hazineyi koruyor. Bu da efsanelerde geçen bir öğreti. Neyse evlere geri dönelim. Bir büyüğümün elini öpmeye gittim. Bana " Hoş geldin beyaz kızım." dedi. Ben beyaz mıyım? Hayır, buğday. Bu bir iltifat mı? Evet. Yaşlılar, gençliklerinden sona doğru o kadar çalışır, tarla ve güneş görürler ki kararırlar. Beyazlık onlar için tazeliktir. Ayrıca gerçek şu ki Karadenizliler beyaz olur, severler kendinden olanları. Bakmayın adında kara geçtiğine. Güneş görmeyen yanları hem beyaz kalır hem kara denir. Kısacası arkadaşlar sizi seven insan sizi kendindeki en iyi hâl kavramıyla sevecektir. Gerçi bu tecrübelerimin çöp olduğunu görüyorum şu sıralar. Tecrübelerim ve otuzlu yaşlarım bana alma-verme dengesini öğrettiğinden beri daha az insanla daha sağlıklı ilişkilerim var. Yoran insanları hikâyemden çıkarabiliyorum. Sonra geçen sene yanımda yürümeyen insanların bu sene gülerek beni karşıladığını, geçen sene yorulmayayım diye kollarımdan tutup kaldıran insanların bana yürümeyi unutturduğunu fark ettim. Yol devam ediyor ve hikâyemiz bitmediyse sen iyi, sen kötü diye ayıklamak şimdilerde yanlış gelmeye başladı. Allah'ın bile amel defterini öldükten sonra kapatmadığı iyiye bereket, kötüye şans verdiği eylemler varken bizim bu kendini korumaya alışlarımız... Dünya'nın bile güneşin etrafında dönerken bazen kış bazen yaz oluşu varken bizim birinde buz, birinde yangın hissedişimiz... Her şey için ölene kadar erken. Hem hepimiz başkasının hikâyesinde belki de kötüyüz. Yol o kadar uzun ve değişken ki. Bilemeyiz. Hükümlü olmamaya karar veriyorum artık. Tecrübe olsa da, psikoloji rehberliği öyle dese de o kadar çok etken var ki. Ben birilerini gözlemliyorum, birilerini gözetlemiyorum. Geçende yine birini gözlemliyordum. Ona bakıp onun hakkında üzüldüğüm şeyleri konuşuyordum. Bana baktı ve ona gülümseyip destekledim. Hayat da bize böyle mi yapıyordur? Bize yazılan kötü kaderlerde onunla konuşmaya başladığımızda daha acısız olsun diye gülümseyip bizi destekliyor mudur? Yani hayatla muhakkak konuşup güç almalı mıyız? Ayrıca kötü kader diye bir şey var mıdır? Burada soruları ben sorup cevapladığım için hayır diyorum. İyinin başına kötü bir şey gelmez. Çünkü iyi, kötüyü kötüye yormaz. Oradaki iyiliği görür, dersini alır. Çok zordur böyle düşünmek ama bir tadına varırsan yaşamak da ölmek de nasıl güzeldir?
Böyle düşünüyorum ama geçen gün ölüm fikrini onda güzel bulamadığımız insanların mezarları başında dua ediyoruz. En çok dedemin başında. Anneme, babanın canı için deyip her iyiliği yaptıracağınız dedemin başı. Bugün annem kedimize su verip babamın canına gitsin diyor yine. Yine defter açılıp kapanıyor. Nasıl da hikâyemiz ölsek de devam ediyor? Bu tamamıyla kurduğumuz ilişkilerle alakalı. Kaliteli yalnızlığı öğreten tüm psikoloji kitaplarını rafa kaldırıp kaliteli kalabalık diyen ablamın dediğinin peşinden gitmeye karar veriyorum. Kendi alanını koruyup sosyal varlık olarak güzel ilişkiler kurmanın yolcusu olmaya. Tek şart kendine geç kalmadıkça, kendin olmaktan utandırılmadıkça... Ben de kendim olmak deyip koruyorum kendimi ama birazdan bambaşka biri olacağım. Çünkü insan umuyorum ki gelişiyor, fikir ve yer değiştiriyor. Yaşadıkça tek yönüm merkezdeki o iyi insana koşmak oluyor. Biliyorum ki kendime vardığımda saatim hep düşüyor. Zamansız yaşamayı öğreniyorum. Dingin ve çağsız...
Yorumlar
Yorum Gönder