GİŞESİ BOL BİR HAYAT
Az önce arabayı park edip biraz içinde oturdum. Son derslerimde de bunu yapıyorum hep. Sandalyemde oturup uzunca boş sınıfa bakıyorum. Evden çıkarken de ardıma geç kalmama miktarı kadar bakarım. İnsan, geçişleri hazmetmeli. Yol bittiyse ne kadar kat ettiğini, günü bitirdiyse ne kadarını yaşadığını, evden çıkıyorsa neyi ardında bıraktığını izlemeli, düşünmeli. Hızlıca değiştirdiğimiz mekanlar, ne tarafa geçtiysek parçalarımızı diğer tarafta bırakıyor. Sizi çekiştiren ne varsa çekilen yere yetiştirmiyor. Bu dediklerimi bir anne okuduğunda ben sınıfı izlersem çocuğu okuldan kim alacak, diyecektir. Bir gün çocuğum olursa ben gelene kadar ona ağaçtaki kuşların konup uçup ağaca nasıl ümit verdiğini izle, diyeceğim. Yine ben gelene kadar kötü adamları da halledeceğiz. Sevgiyi göstermenin çözüm olduğunu düşündüğümden üzerine o kadar çalışıyorum ki...
Dün sınıfta öğrencilerime annelerine veya anneleri gibi hissettirenlere mektup yazmalarını istedim. Malum yarın anneler günü. Annesini her gün hatırlayanların anneleri bugünü beklemeyecektir. Ama diğer günler ihtiyaçları için annelerine seslenenlerin anneleri, ihtiyaçları karşılansın diye bugünü bekliyor olabilir. Bir gün öğrencim "Hocam anneler, babalar günü var da evlatlar günü niye yok?" demişti. Ben de anneler- babalar sizi her gün düşünüyor, her gün evlatları olduğunu hissettiriyor ama evlatların böyle bir güne ihtiyacı var ne yazık ki, diye konuşmuştum. Sınıfta da yazdığımı vermeye utanıyorum diyenler oldu. Yalvarır gibi lütfen şu sevgiyi söyleyin, gösterin diye diye yazdırdım. Duyguları bastırdıkça irade gücümüz zayıflayıp kan şekerimiz düşüyormuş. Sonra da yeme problemleri geliyor. Neyse yemeden değil yazmadan devam. Yazdıkça ağladılar. Okudum kimi mektupları. Annelerini kaybetme korkularından, annelerinin yalnız yaşadığı sıkıntıları düşünerek ağlamışlar. Ben de ağladım. Hem yazdıklarına hem annemi çok sevdiğimi düşünmekten ziyade annemin beni ne kadar çok sevdiğini düşünerek ağladım. Anneler her şeyi bizden daha çok yapıyorlar. Kendimizi sevme işini bile. Annesi olmayan öğrencim anne nasıl bir şey, diyerek ağladı. Ben de annen yaşasaydı onunla belki de güzel anıların olmayabilirdi, onu güzel hatırlamak da lütuf dedim. Dün izlediğim bir programda anne kızına içimden gelmiyor, diyerek böbreğini vermemiş. Varla yok arası yoktur. Varken olmayan bir annen olması kötü olurdu, diye teselli ettim. Annelik bir meslek olsaydı maaşı ne kadar olurdu sizce? Bedava çok pahalı geldi mi size de?
Bu paragrafa başlarken şiddetli bir yağmur da başladı. Özlemden desen bu doluca yağış, değil. O ev kuşlarının, dışarı çıkınca eve gelmek için can atıp eve gelince de paldır küldür üstünü çıkararak eve yerleşmesi gibi mi? Buralar yağmurun evi mi? Dışarıdan dönmek gibi mi hissettiriyor her başlangıç? Yağmuru izlemek için pencerenin önünü açtım. Madem geliyorsun ve gitmeyeceksin, ortada buluşalım. Artık evi ve seni yaklaşarak dinleyeceğim. Ablam dedi ki yan tarafta engelli bir çocuk yaşıyor. Onun kaldığı odadan duyuluyormuş. İnsan evini dinlese bile mahallesini tanıyor. Apartmanda da bir bebek var mesela. Adı nedir ki diye düşünüyorum çünkü çok zor. Haftalardır uğraştığımız kalabalık yalnızlık videomuza isim arıyoruz. Neler bulduğumu tahmin edebiliyor musunuz? Hiçbir Yere Sığmayan Boşluk...Kurak Orman...Yalnızlık Kaçıncı Harf... Sessiz Çığlık... Kör Ayna... Hepsini düşünüp kalabalıklaşıyorum, sonra da hepsinden vazgeçe geçe yalnızlaşıyorum. İnsan anlatıp hissettiklerini toparlayacak bir başlık bulmakta ne kadar zorlanıyor. Doğarken isim verdikleri gibi ölürken de yaşamımızı özetleyecek bir isim isteselerdi bizden, adımızı ne koyardık bir düşünsenize? İçinde hayal, umut, huzur, yaşama sevdasını barındıran bir kelime yapsam adı ne olurdu? Beklemek... Hepsi beklemekle ilgili. Pandemide bahçe duvarını boyayıp " Öleceğini merkeze koy, gerisi hep beklemek." yazmıştım. Bir de beklemekle hiç bağdaşmayan kuşları çizerek. Halbuki kuşlar hep uçar. Yazı bile beklemez, yaza gider. Bendeki de iş. Ben de içimde o duyguları barındırıp beklerken bir taraftan da kuşlar gibi uçuyorum. Çağırdıklarım beni çağırdığım yerde bulamayacak, çağırdıklarıma uçarken yolda karşılaşacağız. Bir tesadüf gibi gökte döneceğiz. Yaşamı bekleyerek tüketmek yerine yaşayarak tüketmek... Evde bulamazsa her yeri eve dönüştürmeyi öğrenmek... Anne karnı da ev, mezar da ev. İnsan başlarken de bitirirken de hep bir eve sahip. Korkmaya gerek yok. Gül ağacının altına gömerim diye çizdiğim o ev, seni bekleyeceğim ama beni evsiz sanma. Ev tapuyla ilgili değildir, ev bir his. Yine de seninle gökte döne döne karşılaşalım. Siz de Yukarı Bak filmindeki gibi bizi izlersiniz. Gişesi bol bir hayat diliyorum. Yalnız, kendi hayatınızı muhakkak siz de izleyin. Hayatınızı yaşarken orada olun.
Yorumlar
Yorum Gönder