KİTABIN SON SAYFALARI
Okulun son demleri... Sınıf defterlerinde yoklamaların, kahve odalarında muhabbetlerin uzadığı günler... Daha her şey bitmedi ama bir şey de kalmadı hissi...Böyle günlerde o okul kitaplarının son konuları olmak istemezdim sanırım. Belki işlenirsin, belki dinlenirsin, nasıl olsa konu yetişiyor diye önemsenmezsin. Ve sana geçilmeden bir üst sınıfa geçilir. Nelerimize kitabın son sayfaları gibi davranıyoruz diye düşünüyorum son zamanlarda. Nasıl yani mi? Orada diye yetişmeye çalışmamak, bir dahaki sene de var diye yetişsen de kalmamak... Sevgide davranışlarımızı da buna bağlıyorum. Kitabın son sayfaları diye böyle davranmıyoruz aslında. Böyle davrandığımız için kitabın son sayfaları oluyor. Kitabı alın yerine kişileri, mekanları, duyguları koyun. Kişiler yani sevdiklerimiz, mekanlar yani sevdiklerimizin yanı, duygular yani sevgiler...
Sevgi, evimizde hiç yeri değiştirilmemesi gereken eşya gibi bir şey mi? Yoksa aksine durmadan sıcağa göç eden kuşlar gibi muhakkak değişen mi? Diyorum ki yeri değişse huysuz ve kırılgan mı olur, yoksa yeri değişmezse soğuk bir tozlanmada siyah bir iz mi oluşur? Yine diyorum ki durağan mı, hareketli mi? Yatağını bulunca göl olur mu ya da yağmur yağmazsa kurur mu? Kurumasın diye yağmur yağdırdın diyelim o damlalar sel olup senden onu her durumda götürür mü? Bunu Asya yıllar önce bir filmde al yazmasıyla cevaplamıştı. Sevgi emekti diyordu filmde. Ekelim de tarlanın da gönlü var mı? Tarlanın gönlünün olmadığı hikâyeler dinliyorum. Tarlanı ekiyorsun, suluyorsun, kargalar gelmesin diye korkuluk yapıyorsun.Olanlar oluyor kısmında herkeste farklı şeyler oluyor. Farz edin ki kargalar geldi, farz edin ki tarla tohumu yuttu vermiyor, farz edin ki toprak yan tarlanın sahibine vuruldu, farz edin ki hasat vaktinde uzun bir uyku tuttu. Ya da her şey tamam da toprak verdi, çiftçi aldı ve hikâye bitti. Ya da durmadan ekilmeli. Bilemediğinde ortalıkta bir süre o korkuluk gibi kalıyorsun. Sonra dostlar bir kahve yapıp geliyor, uzunca konuşuluyor. Belki de bize anlatılmayan bir hikâyede kargalar korkuluğun arkadaşları...Bilmiyoruz, bilsek de bu kez böyle olsun. Korkuluk zor durumda ve kargalar insan olmadığını anlayıp ona konup yalnız bırakmıyor. Bazen öyle şeyler yaşanır, o yaşananla öyle bir kalırız ki insan olduğumuzu unuturuz. Ne yapacağımızı bilememeden ziyade ne yaşayacağımızı bilememeden oluşan bir korkuya dönüşürüz. İnsanın ne yapacağı kendiyle alakalı bir durum, kestirilebilir. Ama ne yaşacağımızın içinde başka kişiler, zamanlar, durumlar söz konusu. Hâliyle kestirilemez. Ama bizi kanatan ikinci durum. Bazen yarayızdır, bazen çok yara almış bir şifacı, bazen de kör bıçağın iki yanı. Ben bu kez şifacı olmak için çabalıyorum. Keşke doktorumun dediği gibi net cümleler kurabilsem. Bir ay dizini bükmeli hareketlerde bulunmayacaksın, ucuz atlatmışsın. Geçip insanlarımın karşısına bu acının süresi bir ay diyebilsem. Ama 'haklı olduğun durumda diz çökme' cümlemiz var. Adım at ama diz çöktüğünde verim almak istediğin o toprak seni gömebiliyor. İnandığım şeyi tekrar söyleyeyim, hayat dengedir. Çok sevmeye engel olamayabiliriz zaten yeter ki çok sevelim ama ortalığı da suya vermemek için sevgimizin başına bir çeşme, bir musluk lazım olabiliyor. Gerektiğinde aç, gerektiğinde kıs. O hayır çeşmeleri gibi durmadan aktığımızda kendimize hayrımız kalmıyor. İnsan, insanı ucuz atlatamıyor.
Biz öğretmenler o hayır çeşmeleri gibi durmadan akarız. Bu aralar canım öğretmenlerim aktı, durdu. Öğrenciler suda yıkandılar, suyu ezdiler. Siz bir tek katıların ezildiğini fizikte gördünüz ama sıvılar da ezilir. Öğrencileri bir şekle sahip olsun diye uğraşırlar, sonra o kabın şeklini alırlar. Kabın haberi yok. Kap doluyum sanıyor, sanrı bir delik açıyor. Giden her şeyden bir su sızıyor. Adı veda gözyaşları, vedadan sonra yolda bir tas su ısırığı...Yolları düz ve çiçekli olsun. Biz ütüledik, biraz da ektik. Suladık demiyorum, suyun kendisiydik.
Bir konum daha vardı, aylardır bu kuyudan su çıkar mı dediğim. Kuyuya doğru konuştuğum, kimselere anlatmadığım. Kuyuyu toprakla doldurdum. Yusuf buradan geçmemiş. Belki de Yusuf değil balığın karnındaki Yunus hikâyemiz. Gerçi Moby Dick adlı o beyaz balinayı bitiremiyorum. Hâliyle Yunus kıssası da boğabilir. Neyse...Ne yaşatır ona bakalım. Ne boğabilir, daha el değmeden boğan bir endişe.
Yorumlar
Yorum Gönder